Sağlıkta değişim rüzgârının siyasi sonuçları çok güçlü etkiler doğurmuştu. Halk ve seçmen kitlesi üzerinde olumlu etkiler doğuran bu değişim, artan yükün sağlık personeli üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçlar yüzünden duraksamalara ve gerilemeye yüz tuttu. Değişimin çalışan odaklı yeniden değerlendirilmesi zaruriydi. Çünkü hizmeti üreten kitleyi inhibe eden dönüşüm açısından bu kaçınılmazdı. Bu duraksamalar, daha önceki yazımızda değindiğimiz üzere seçmen üzerinde de olumsuz etkilerini gösterdi.
Şimdi önümüzde yeni bir dönem var. Sağlıkta gelişme ve dönüşümde yeni bir bakış açısına ve yeni bir felsefeye ihtiyaç var. Bu konuda yapılacak iyileştirmenin öncelikle sağlık hizmetinin temelini oluşturan sağlık çalışanları üzerinden planlanması gerekir. Mutlu, saygın ve aşırı yük altında ezilmeyen çalışan grubu değişimin temelini oluşturmalı. Yapılabilecek tüm reformlar bu kitle üzerinden geliştirilmeli. Aksi takdirde yapılacak değişiklikler temeli sağlam olmayan bir bina inşa etmeye benzeyecek ki bunun yıkılmaya aday olması kaçınılmaz
Sağlık personeli üzerinde yapılacak iyileştirmelerin harcı ise bütün iyi işlerde olduğu gibi adalet olmalı. Haksız uygulamalar çalışanlar üzerinde en fazla olumsuz etki oluşturan faktördür.
Özellikle performans sistemi eşit değil adil bir şekilde yeni baştan düzenlenmelidir. Çünkü eşitlik her zaman adalet manasına gelmez. Riski çok, hayati önemi haiz branşlar her TUS sınavında gördüğümüz gibi tercih edilmemektedir. Trafik kazası sonucu gelişen bir epidural kanamaya müdahale edecek beyin cerrahının olmadığı bir sağlık sistemi düşünebilir misiniz? Veya aynı şekilde genel cerrahi, kalp-damar cerrahisi, göğüs cerrahisi gibi branşlar neden bu kadar az tercih ediliyor? Ya kadın doğum? Yılların en popüler branşı şu anda ne hâlde? Bütün dünyada en çok gelişen ve sağlık sektörünün temel taşı olmaya başlayan acil tıp uzmanlığına ne demeli? Herhâlde TUS’ta en çok boş kalan branş acil tıp uzmanlığı. Oysa en çok hasta potansiyeli olan branş da acil tıp uzmanlığı. Yıllardır bu sorun devam ediyor ve buna çözüm üretilemiyorsa ya sorun doğru tespit edilmiyor ya da bunlara doğru çözümler üretilmiyor. Arz-talep denklemine ihtiyaç kelimesini de eklemek gerek bunun için.
Yeni sağlık politikalarında obezite, koruyucu sağlık uygulamaları önemli bir yer teşkil ediyor ki tabii ki bunlar önemli. Ancak, mevcut durumda 100 milyonu aşan hasta başvurusuyla acil servisler sağlık politikasının ilk başlığı olmayı hak etmiyor mu? Evet, yeni binaları yangına dayanıklı yapalım ama şu an oturduğumuz binada yangın var; önce onu söndürmek en az yeni binalar yapmak kadar önemli!
Sağlıkta gelişmenin bir diğer önemli alanı ise eğitim olmalı. Bunun için tıp eğitiminin temel taşı olan üniversiteler çok farklı bir duruma getirilmeli. Ülkemizin marka değeri olan Hacettepe, İstanbul Tıp başta olmak üzere tıp fakülteleri borç batağından kurtulamıyorsa bunu sadece yönetim yetersizliğiyle açıklayamayız. Sağlık hizmetine insan yetiştiren bu kurumlar verdikleri sağlık hizmetiyle ayakta durmaya çalışıyor. Oysa bu hizmeti verecek olan başta doktorlar olmak üzere sağlık personelini yetiştiren, yani insan yetiştiren kurumlar bunun karşılığında ne alıyor? Bir öğrenciyi altı yıl eğiterek ülkemiz sağlık sektörüne doktor olarak yetiştirmenin bir bedeli olmayacak mı? Bunun için yetiştirilen her öğrenci için harcanan kaynakların bir bedeli olmalı. Üniversiteleri borç batağında olan bir ülkede kaliteli eğitim nasıl verilecek? Bilimde ilerleme nasıl sağlanacak?
Bütün bu reformların “ilk aşk”la gerçekleştirilmesi hepimizin beklentisi. Ancak, bunu yapacak ekibin ehliyet ve liyakati kadar samimiyeti de önemli.